YAŞAR YILDIZ(İHA) - Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Mollamahmutoğlu, Van’da deprem nedeniyle hasar gören binalarda yaptığı incelemenin ardından gözlemlerini ve durumla ilgili tespitlerini içeren kapsamlı bir rapor hazırladı.
Van’da 23 Ekim tarihinde meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremde zarar görenleri ziyaret etmek ve Bayburt Üniversitesi tarafından başlatılan “Sosyal Dayanışma ve Dönüşüm Projesi” kapsamında üniversite-halk işbirliğinde temin edilen yardım malzemelerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak amacıyla akademisyen ve öğrencilerle birlikte bölgeye giden Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Mollamahmutoğlu, hasarlı binalarda yaptığı incelemenin ardından, gözlemlerini ve durumla ilgili tespitlerini kapsamlı bir rapor haline getirdi.
RAPORUN NİTELİĞİ
Üniversitenin yardım kafilesinde bulunan inşaat mühendisliği öğrencilerine depreme dayanıklı ve dayanıksız yapıların inşası konusunda yerinde bilgiler verme fırsatı bulan Prof. Dr. Mollamahmutoğlu’nun deprem bölgesini ziyareti sonrasında hazırladığı rapor, içeriğiyle, deprem alanında bir el kitabı özelliği taşıyor. Rektör Prof. Dr. Mollamahmutoğlu’nun, bir inşaat mühendisi olarak, özellikle, jeolojik sarsıntılara dayanıklı yapıların inşası konusunda bilgi ve görüşlerini aktardığı raporda, deprem ve yol açtığı etkiler konusunda yararlı ve yol gösterici bilgiler yer alıyor.
“Van Depremi ve Hatırlattıkları” adıyla Bayburt Üniversitesi Yayınları tarafından basıma hazır hale getirilen rapor, yabancı dile de çevrilerek ulusal ve uluslararası alanda konuyla ilgililere ücretsiz olarak ulaştırılacak.
26 Ekim tarihinde beraberindeki akademisyenler ve öğrencilerden oluşan yardım kafilesiyle deprem bölgesinde incelemelerde bulunmak üzere karayoluyla Van’a giden Rektör Mollamahmutoğlu, depremin yoğun olarak hissedildiği Erciş ilçe merkezi ve köylerini gezerek, acil ihtiyaç malzemelerini öğrencilerle birlikte vatandaşlara dağıtmıştı. Deprem bölgesinde 2 gün boyunca incelemelerde bulunan Mollamahmutoğlu, aynı zamanda bölgede bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker ile de bir araya gelmişti.
VAN DEPREMİ VE HATIRLATTIKLARI
23 Ekim 2011 tarihinde yerel saat ile 13:41’de Van ili ve çevresinde moment büyüklüğü 7,2 olan yıkıcı bir deprem meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) web sitesinden 31 Ekim 2011 tarihi itibariyle elde edilen verilere göre; 604 kişi ölmüş, 4152 kişi yaralanmış, 6017 bina ağır hasar nedeniyle oturulamaz hale gelmiş (yani kabaca 60.000 kişi evsiz kalmış) ve 5215 bina hafif hasar (oturulabilecek durumda) görmüştür. Şüphesiz, depremin gündüz saatlerinde meydana gelmesi can kaybını önemli ölçüde azaltmıştır. Bayburt Üniversitesi, deprem nedeniyle zarar görmüş vatandaşlarımıza maddi ve manevi destek sağlamak amacıyla bir kampanya başlatmış ve depremin üçüncü günü, üniversite rektörü, bazı öğretim elemanları, öğrenciler ve idari personelin oluşturduğu 45 kişi (32’si öğrenci), bir otobüs ve bir minibüsten oluşan konvoyla yola çıkmıştır. Bu kampanyanın bir başka yönü de; Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencilerinin deprem sahasına; dev yapısal deney laboratuvarına taşınmasıydı. Amaç, genç mühendis adaylarına, kalitesiz malzeme kullanımının, niteliksiz işsizliğin ve tasarım hatalarının nelere mal olduğunu yerinde göstermek ve yaşamları boyunca hafızalarından asla silinmeyecek, vicdanlarını titretecek, o feryatları, ceset görüntülerini ve enkaz yığınlarını gelecekte tasarlayacakları güvenli yapılara yansıtmalarını sağlamaktı. Hangi ders bundan daha etkili olabilirdi ki? Dördüncü gün deprem bölgesine ulaştık. İlk işimiz toplanan yardımları dağıtmak oldu. Uğradığımız çadırlarda feryatlar ve serzenişler yüreğimizi sızlattı. Evleri hasar görmemesine rağmen, çadırlarda barınmaya çalışan vatandaşlarımızı evlerine girmeleri konusunda ikna etmeye çalışsak ta nafileydi. Çünkü, yaşanan travma öyle kolay atlatılacak cinsten değildi.
BU PSİKOLOJİDE OLSAYDINIZ NE YAPARDINIZ?
“Siz hiç, yüreğinizi ürperten bir uğultu arkasından, evinizin temelden ani bir darbe ile sarsıldığına ve sonrasında da yerinizden kalkmaya izin vermeyen o bitmez tükenmez hissi veren sarsıntıların başladığına, eşyalarınızın hallaç pamuğu gibi etrafa savrulduğuna, duvarların, kirişlerin ve kolonların çatlayıp üzerinize düştüğüne, beraberinizdekilerin kulakları sağır eden feryatlarına, enkaz yığınları altında, gözlerinizin içine bakarak acı içinde can veren birine, tanıklık ettiniz mi?”
Bu psikolojide siz olsanız ne yapardınız? Bundan sonra, 7,2 büyüklüğünde deprem söz konusu değil artık. Var olan sarsıntılar, ana şoktan sonraki artçı depremlerdir. Küçük ölçekte azalarak bir süre devam eder. Yapılarınızın taşıyıcı sistemleri zarar görmemişse içlerine girin ve normalleşin! Bu ifadeler bir depremzede için ne anlam taşır. Depremin ne olduğu, yaşadığı ülkenin aktif bir deprem kuşağı içinde olduğu, deprem öncesinde, esnasında ve sonrasında neler yapması gerektiği hakkında bir bilgiye mi sahip? Bunun için ne yapıldı ki bir beklentimiz olsun. Ama bizim gibi deprem gerçeği olan gelişmiş ülkelerde ‘’Depreme Hazırlık’’ adı altında eğitim ve seminer programları vardır. Ayrıca, görsel ve yazılı medya bu amaçlar için sıkça başvurulan araçlardır. Ülkemizde de vakit kaybedilmeden 7’den 70’e herkes ama herkes ‘’Depreme Hazırlık’’ veya ‘’Deprem Farkındalığı’’ adı altında, deprem öncesinde, esnasında ve sonrasında neler yapılması gerektiği konusunda eğitim programlarına tabi tutularak bilgilendirilmelidir. Okullarda, kurum ve kuruluşlarda, ulusal ve bölgesel TV kanallarında programlar düzenlenmeli ve sürekli bilgilendirme yapılmalıdır. Yılda birkaç kez bu kapsamda hazırlanan broşürler evlere kadar dağıtılmalıdır. Bu görev, hiç şüphesiz yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sorumluluğunda, iller ve ilçeler bazında da mülki amirlere ve yerel yönetimlere, köylerde, Muhtar ve ilköğretim okul müdürlerine kadar yayılarak, ilgili sivil toplum örgütlerini de mutlaka bu çalışmaya dâhil ederek, zorunlu hale getirilmelidir. Yalnızca depreme karşı değil, muhtemel doğal afetlere karşı toplumu bilinçlendirmek gereken ilk ve en önemli adımdır.
Depremden hemen sonra, bir süre müteahhitler, mühendisler, yerel yönetimler ve hükümetler suçlanır. Yapı şartnameleri eleştirilir. Alınacak önlemler tartışılır. Sorumluluklar hatırlatılır. Bir süre sonra da normal hayata dönüş başlar ve her şey yeni bir felakete kadar unutulur. Şimdi biz bu depremde, önceki depremlerde olduğu gibi, edindiğimiz izlenimleri, bize hatırlattıklarını ve neleri önemsememiz gerektiğini bir kez daha yinelemiş olalım. Böylece, konuyla ilgili yetkililere ve hepimize düşen sorumlulukları da hatırlamış olalım.
TÜRKİYE VE DEPREM GERÇEĞİ
Öncelikle bilmemiz gereken, Türkiye’nin, yıkıcı depremlerin sıkça yaşandığı, tektonik açıdan aktif bir kuşak üzerinde yer aldığıdır. Genel bir bilgi olarak, Anadolu bloğu (yaşadığımız coğrafya) , Arap ve Avrasya plakalarının çarpışma etkisiyle sıkışarak batıya doğru harekete zorlanır. Anadolu bloğunun batısında depremsellik kuzey-güney yönlü genişlemenin etkisiyle normal faylarla kontrol edilirken, doğu ve güneydoğu Anadolu’da daha çok sıkışma rejimi tarafından kontrol edilir. Doğrultu atımlı faylar olan Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) Anadolu plakasını sınırlayan ve Türkiye’nin depremselliğini denetleyen iki önemli kırık hattıdır. Van gölü civarındaki tektonik hareketlilik, Avrasya ve Arap plakaları arasındaki sıkıştırmanın ürünü olup, İran’ın Bitlis-Zagros Kenet kuşağı ile benzerlik sunar. İşte size Türkiye de yaşanan ve gelecekte de yaşanacak olan depremlerin nedenleri.
ANADOLU BLOĞUNDA YER ALAN DOĞRULTU ATIMLI FAYLAR
Van ve yöresinde meydana gelen depremin, Anadolu bloğunda yer alan doğrultu atımlı fayların doğuya olan uzantılarından değil de, geniş çarpışma zonundan kaynaklandığı kanısı hâkimdir. Buna gerekçe olarak, deprem odak mekanizması çözümlerine göre, meydana gelen enerji boşalımının bir miktar eğim atım (ters) içeren doğrultu atımlı bir faylanma ile uyumlu olduğu gösterilmektedir. Ne var ki, bu söylenenler henüz sağlam verilerle desteklenmiş değildir. Zaten öyle hemen birkaç gün içinde de sonuçlandırılabilecek bir konu değildir. Detaylı bir analiz gerektirecektir. Çalışmalar, konunun uzmanları tarafından devam ettirilmektedir. Bölgede yapılan incelemelerde, yüzeyde herhangi bir kırığa ve/veya yansımalarına rastlanmadığı gibi, bölgesel çökmelere, sıvılaşmaya, büyük çapta şev yenilmelerine (açık sahalarda yanal yayılmalar söz konusu olsa da) ve önemli sayılabilecek yüzey deformasyonlarına rastlanmamıştır.
Odak derinliğinin sığ (19–20 km) ve yakın kaynak zonu içinde, az miktarda eğim atım da içeren doğrultu atımlı fay hareketi varsayımları, yapıların güçlü sarsıntılara (frekans içeriği yüksek deprem dalgalarına) maruz kaldığı izlenimini vermektedir. Van–Erciş yöresi zeminleri (DSİ ve İller Bankası bölge müdürlüklerinden elde edilen bilgilere göre) Van merkezde 45 metre kalınlığa kadar varan akarsu ve göl çökellerinden (alüvyondan) oluşmaktadır. Yeraltı su seviyesi hasar gören bölgelerde 12–15 metre arasında değişmektedir. Sıvılaşma ve/veya zemin yenilmesi nedeniyle yapı hasarı gözlenmemiştir. Van ve Erciş’in deprem yakın kaynak zonu içinde yer alması nedeniyle, zemin büyütmesi ve yapılarda rezonansın söz konusu olmadığı düşünülmektedir. Konunun uzmanları ile paylaşılacak bilgi bu kadar olmakla birlikte, dikkatinizi farklı bir noktaya çekmek istiyoruz. Her deprem sonrasında televizyon ekranlarında uzmanları tarafından sürekli tartışılan ve uzayıp giden konular; hangi fayın kırıldığı, nasıl bir hareketlenme olduğu, kırığın ne kadar olabileceği, meydana gelebilecek deprem büyüklüğü, sonrasında ne kadar artçı deprem olacağı ve hangi fayların harekete geçebileceği ve ne yaşanacağı… Sormak istiyorum bunun vatandaşa yararı nedir? Koca bir hiç… Onları huzursuz etmekten başka bir işe yaramaz. Bunların tartışılacağı yer TV kanalları değil bilimsel toplantılardır. Bu toplantılarda elde edilen bilgiler ilgili kurumlarla paylaşılır. Yapılması gereken budur. Aksi halde, vatandaşta can ve mal kaybına yol açan depremmiş gibi bir kanı uyandırır. Oysa depremler doğada hayran kaldığınız, tektonik göller, vadiler ve akarsular gibi doğal oluşumların da kaynağıdır. Vatandaşın bilmesi gereken şudur: Ülkemiz yıkıcı depremlerin etkisindedir. Can ve mal kaybına depremler değil, güvensiz yapılar yol açar. Bu hususlar üzerinde vurgu yapmak ve vatandaşı depreme dayanıklı yapılar konusunda duyarlı hale getirmek lazımdır.
Ülkemizde can ve mal kaybına neden olan ve her depremde paralellik arz eden yapısal hasar nedenlerini Van depreminde tespit ettiğimiz örneklerle tekrarlamış olalım.
Çöken ve ağır hasar gören binalarda beton için kullanılan kum ve çakıl malzemelerin nitelikli ve uygun gradasyonda olmadığı tespit edilmiştir. Beton içinde, boyutları 10 cm’ye varan taşların dahi yer aldığı görülmüştür.
Ayrıca, beton içinde çimentonun uygun oranlarda olmadığı ve granüle malzeme ile iyi bir karışımın sağlanamadığı da göze çarpmaktadır.
NEGATİF UNSURLAR
Dolayısıyla bu negatif unsurlar dayanımı oldukça düşük beton imalatına yol açmıştır. Ayrıca, donatı çeliği olarak düz demir kullanılmış ve donatı detaylarına özen gösterilmemiştir. Demir çubuk ve etriye aralıklarının gelişigüzel oluşturulduğu, yeterli filiz boylarının bırakılmadığı ve özellikle etriye bağlantılarına özen gösterilmediği (bağlantıların zayıflığı nedeniyle, kalıplara harç dökümü esnasında etriyelerin kayarak aşağı doğru yer değiştirdiği gözlenmiştir), hatta kolonlarda veya kirişlerde yeterli ve gerekli donatının dahi kullanılmadığı göze çarpmaktadır.
KALİTESİZ BETON İMALATI
Kalitesiz beton imalatı nedeniyle, donatı ve beton arasında iyi bir aderansın oluşmadığı da tespitlerimiz arasında yer almıştır. Özetle, betonarmeyi oluşturan bileşik oranlarının iyi oluşturulmaması felaket getiren yapı yenilmelerinin başlıca nedeni olmuştur. E… Normal, bunları denetleyecek bir anlayış veya yaptırım mı vardı? Ne iş olsa yaparım abi, diyen bir ırgat yığınından (niteliksiz ucuz iş gücünden) yararlanıldığı ve bir şey olmaz yapsınlar anlayışının yaygın olduğu yıllardan bahsediyoruz.
TASARIM HATALARI
Orta ve oturulamayacak kadar ağır hasar gören, yapım tarihi çöken yapılara göre biraz daha yeni olan yapılarda belirgin tasarım hataları dikkati çekmektedir. Şimdi bunlara biraz detaylıca göz atalım:
İnceleme alanında burulma nedeniyle hasar görmüş yapılar dikkati çekmektedir. Burulma hasarı, yapının kütle merkezi ile rijitlik merkezi çakışmadığı zaman meydana gelir. Bu durum, yapılarda yanal direnci zayıflatır. Bu bağlamda, yapıların simetrik olmayan tasarımları (asimetrik şekilli yapılar), taşıyıcı elemanların (kirişler ve kolonlar) dengesiz dağılımı, daha geniş alan kazanımı amacıyla bölme duvarların kaldırılması veya duvarlarda ilave pencereler açılarak kat rijitliklerinin azaltılması tespit ettiğimiz kusurlardır.
YUMUŞAK KAT PLANLAMASI
Van-Erciş bilgesinde çok yaygın hasar tiplerinden biri de yumuşak kat planlamasıdır. Zayıf kat olarak ta bilinen yumuşak kat, bir yapıda aşağısında ya da yukarısındaki katlardan çok daha az direnime veya rijitliğe sahip bir kat olarak tanımlanır. Esasen, yumuşak kat yetersiz kayma direnimine sahiptir. Her zaman aynı durum olmamasına rağmen, yumuşak katın alışılmış yeri binanın zemin katındadır. Çünkü çoğu binalar halka kolayca ulaşılabilir (market, kafeterya, lokanta ve eğlence mekânları gibi) açık kat alanına sahip olmak için tasarlanırlar. Böylece, zemin katlar yeterli kayma direnimine sahip olmaksızın kolonlar arasında büyük açıklıklar içerebilir. Deprem kökenli bina hareketi, bu katların büyük gerilmelere maruz kalmasına neden olur. Bu da kaçınılmaz olarak o katın toptan göçmesine neden olur.
Deprem alanında kek istiflenmesi de oldukça yaygın rastlanan hasar türlerinden biridir. Çoğunlukla, zayıf kolon-güçlü kiriş yapılanması, zayıf bağlantı noktaları oluşturur ve kırılmaya en uygun bölgelerdir. Deprem esnasında katların tamamen yenilmesine yol açar. Öyle ki, binanın nihai çökme durumu kek dizilimine oldukça benzer şekilde bir katın diğer kat üzerinde istiflenmesiyle sonuçlanır.
Ayrıca, yapıların çarpışması da hasarı önemli ölçüde arttıran etkenlerden biri olmuştur. Çarpma hasarı, iki bina birbirine yakın inşa edildiği zaman meydana gelir. Binalar, ileri ve geri sallanmalarda aralarında yeteri kadar açıklık yok ise, birbiri ile çarpışır. Bu da yapılarda hasarın büyümesine neden olur.
BİTİŞİK BİNALAR
Çarpma hasarını büyüten bir başka durum da; yüksek salınım periyoduna ve büyük titreşim genliğine sahip yüksek binaların, düşük salınım periyoduna ve daha küçük titreşim genliğine sahip kısa binalara bitişik inşa edilmesi olmuştur. Böylece, deprem esnasında binalar farklı frekanslarda ve genliklerde titreşerek, birbiri ile çarpışmıştır. Çarpma etkileri özellikle bir binanın döşemeleri farklı yüksekliklerde diğer binaya çarparsa şiddetli olabilmektedir (özellikle bir binanın döşemesi bitişik bir binanın taşıyıcı kolonuna çarparsa).
Briket, bölgedeki yapılarda dolgu duvar elemanı olarak yaygın kullanıma sahiptir. Asmolen döşemeler de nispeten yaygınlaşmıştır. Oysa hem briket kullanımı hem de asmolen döşeme inşası deprem bölgeleri için sakıncalıdır. Bunlar yapılarda gereksiz kütle ağırlığına yol açar ki bu da zaten malzeme bakımından zayıf ve mühendislik tasarımından uzak yapıların daha fazla yatay yüklere maruz kalarak yıkılmasına yol açmıştır. İşte bütün bu olumsuzluklar bir araya gelince felaket kaçınılmaz olmuştur.
Tasarım hataları Van depremine sığmayacak kadar çeşitlilik arz etmektedir. Bu değerlendirmede dikkati çekenler ve yaygın olanlar örneklenmiştir. Bunlar Ülkemizin her köşesinde yaşanan depremlerde de yaygın olarak karşılaşılan hasar türleridir. Ne yazık ki, bu hatalar çoğunlukla 1970’li,1980’li ve 1990’lı yılların çarpık yapılaşmasının ülkemiz üzerindeki kamburlarıdır. Sanki hiç bir şey yapılmıyor ve hiç bir gelişme olmuyormuş gibi bir izlenime de yol açmaktadır. Hâlbuki Van bölgesinde son yıllarda yapılan yeni yapılar depremi çok az hasarla atlatmıştır. Fakat bunu konuşan yok. 21. yüzyıl Türkiye’sine yakışmayan bu yapılardan ve görüntülerden artık hızla kurtulmak, hafızaları formatlamak lazım. Aksi halde, her depremde bu tür görüntüler, mühendisleri, mimarları, müteahhitleri, ilgili kurumları ve hükümetleri sürekli töhmet altında bırakacak, vatandaşın güvenini ve saygınlığını zedeleyecektir.
Hasarlardan bahsetmişken bir konuya açıklık getirmekte fayda var. Depreme maruz kalmış betonarme bir yapı çatlaksız ya da hasarsız olmaz. Küçük ve orta büyüklükteki depremlerde yapının taşıyıcı olmayan elemanlarında (dolgu duvarlarda, bacalarda, kapı ve pencerelerde) boyutu ne olursa olsun tamir edilebilecek çatlaklar oluşur. Güvenli yapı dendiğinde; yapının 50 veya 100 yıllık ömründe maruz kalacağı büyük bir depremde (moment büyüklüğü 7 ve üzerinde) taşıyıcı sistem elemanlarının (kolon ve kirişlerin) aşırı hasar (onarılamayacak kadar) görmesine rağmen ayakta kalması (çökmemesi ) ve insanların sağ olarak binayı terk etmesi anlaşılır.
TASARIM HATALARI MKİMLERDEN KAYNAKLANIYOR?
Şimdi, tasarım hatalarından bahsetmişken daha da önemli bir konuya değinelim. Bu tasarım hataları kimlerden kaynaklanır? Kısmen mimarlardan kaynaklansa da inşaat mühendislerinden... O zaman yanlış nerede? İnşaat mühendisliği bölümünden mezun olan herkese imza yetkisi vermekte… İnşaat mühendisliği eğitimi kişiye pekişmemiş teorik bilgiler sağlar ve mühendis adayları için çıraklık dönemidir. Kalfalık, ofis ve şantiyelerde başlar. Buralar mühendis adayı için uygulama alanlarıdır. Öğrendiği bilgileri kullanarak, tasarımlar ve uygulamalar yapar. Ustaları yanında, öğrendiklerine yeni bilgileri ilave ederek, deneyim kazanır. Bu deneyim kazanma uzun bir süre devam etmelidir. Bu süre ABD’de en az beş yıldır. Sonrasında, ustalık dönemi için yeterli olup olmadığını anlamak gayesiyle bir sınav yapılır. Amerika’da bu işi, aktif ve saygınlığı olan İnşaat Mühendisleri Topluluğu (ASCE) yapar. Bu sınav oldukça kapsamlı ve zordur. Eğer bu sınav başarılırsa, ustalık dönemi başlar ve imza yetkisi kazanılır. Başarısız olunursa, yeni bir sınava kadar kalfalık dönemine devam edilir. Amerika’da profesyonel mühendislik diye tanımlanır ve bir inşaat mühendisi için oldukça saygın bir konumdur. Avrupa ülkelerinde de farklı biçimde uygulamaları vardır. Ülkemizde de mutlaka ama mutlaka vakit kaybedilmeden ‘’profesyonel mühendislik’’ oluşumuna gidilmelidir. Aslında, örneği uzaklarda aramaya da gerek yok… Mimar Sinan, 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında Kayseri dolaylarından devşirme olarak İstanbul'a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır. Sonrasını, kendisinden dinleyelim ‘’Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum (Yavuz Sultan Selim’le birçok sefere katılmıştır). Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım.’’ Koca Sinan, 1538’de yani 49 yaşında baş mimar olur. Bu ana kadar inşa ettiği birçok yapı vardır. Ama o sadece üç yapıtı üzerinde vurgu yapar. 59 yaşında inşa ettiği ve inşası 5 yıl süren Şehzade Camii’ni çıraklık dönemi, 68 yaşında inşa ettiği ve inşası 7 yıl süren Süleymaniye Camii’ni kalfalık dönemi ve 85 yaşında inşa ettiği ve inşası 6 yıl süren Edirne-Selimiye Camii’ni de ustalık dönemi olarak tanımlar. Bu muhteşem yapıtlar, günümüze kadar yüzlerce deprem geçirmesine rağmen bugün dimdik ayaktalar.
Bir başka adımda, siyasi kaygılar nedeniyle, yönetmeliklerin raflara kaldırıldığı, “canım bunu da idare edin, bir şey olmaz” anlayışının terk edilmesi ve inşaatlarda kalite kontrolünün işletilmesidir.
Bu kontrol aşağıdaki hususları içermelidir:
1. Yapı malzemelerinin kalitesini
2. İşgücünü
3. Denetimi
4. Yapım metotlarını
5. Yapı şartnamelerine harfiyen uyumu
6. Yapı malzemelerinin düzenli test edilmesini
7. İşçilerin profesyonel eğitimini ve
8. İş tekniğinin arazide değerlendirilmesini.
Bu kapsamda, 1999 Düzce depreminden sonra yapı denetim firmaları kurulmuş ancak etkin olamamışlardır. Bunun önemli birkaç nedeni vardır: Bu firmaların yaptıkları işlerin bedeli yüklenici firma tarafından ödenmektedir. Bu, adeta yapı denetim firmalarını, yüklenici firmanın taleplerine mahkûm etmiştir. Yapı denetim firmalarının bünyesindeki mühendisler ve teknik elemanlar deneyimli değildir. Yeni mezun acemi inşaat mühendisleri, çok ucuz maaşlarla sadece imzasından faydalanmak amacıyla çalıştırılmakta ve suistimal edilmektedir. Ayrıca, cezai müeyyideler yeterli ve etkin değildir.
Bu bağlamda ibret verici olması nedeniyle, tarihte ilk yasa koyucu olarak bilinen Babil’in hükümdarı Hamurabi’den (Milattan Önce 2000 yıllarında) yapım hizmetleri için ilgili olanları aktaralım:
’’İnşaat işiyle uğraşan kişi, birisi için ev yaptığında işini sağlam ve yeterince eksiksiz yapmazsa; inşa edilen ev, bu nedenle bir gün yıkılıp ev sahibinin ölümüne yol açarsa, evi yapan kişi ölüm cezasına çarptırılacaktır.’’
‘’Ev sahibinin herhangi bir eşyası hasara uğrarsa, evi yapan kişi bunu ödeyecek, ayrıca işine özen göstermediğinden ve evi yeterince sağlam inşa etmediğinden ötürü evin yıkılmasına yol açtığı için kendi imkânlarıyla yeni bir ev inşa edecektir.’’
Bunlara ilave olarak, kapitali olan herkes müteahhitlik yapmamalıdır. Müteahhitlik hizmeti yapacaklar için de bazı kriterler oluşturulmalıdır. Bir yapının inşasında yer alan tüm paydaşlar sorumlu tutulmalıdır. İlgili kurumlar üzerindeki siyasi kaygılar ve kayırmalar kaldırılarak, liyakat esaslı yapılanmaya gidilmelidir.
Son olarak, binalar içinde barınan vatandaşlarımıza da düşen sorumluluklarını hatırlatalım. Buzdolabı, televizyon, araba, ayakkabı, elbise vb. gibi eşyaların alımında nasıl kaliteye önem veriyor, araştırıyor ve bir bilene soruyorsanız, aynı titizliği barınacağınız mekânlar içinde göstermelisiniz. Evin dış görünüşüne, bulunduğu semte, manzarasına kısaca prim yapmasına değil de, güvenli (depreme dayanıklı) yapı olmasına özen gösterin. Bunun için çaba sarf edin. Eğer yapınız bu güvenlikte değilse, deprem anında kapı aralığına, masanın altına veya yaşam üçgeni diye tanımlanan alanlara sığınmanın bir anlamı ve faydası olmayacaktır. Konunun uzmanı olmadığınız için, bu sorumluluğu üstlenecek, bünyesinde ilgili uzmanları bulunan resmi kurumlara veya özel kuruluşlara başvurun. Deprem gerçeği olan bir ülkede yaşıyorsunuz. Bu nedenle, deprem öncesinde, esnasında ve sonrasında ne yapmanız gerektiğini ilgili kuruluşlardan öğrenin ve aile fertlerinize de öğretin.