Başbakan Ahmet Davutoğlu, 28 Şubat şartlarından bugüne, 12 yıldır birçok vesileyle halktan tekrar tekrar meşruiyet gücü alan, demokrasiyi güçlendiren bir siyasi istikrar dönemi yaşandığını belirtti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 28 Şubat şartlarından bugüne, 12 yıldır birçok vesileyle halktan tekrar tekrar meşruiyet gücü alan, demokrasiyi güçlendiren bir siyasi istikrar dönemi yaşandığını belirterek, "Bir kez daha geçmişle, o yıllarla bu yılları karşılaştırarak, vurgulayarak söylemek istiyoruz ki bundan sonra da Türk siyasetindeki en temel hususiyet, milletten gücünü alan siyasi iktidarların sağladığı siyasi istikrar olacaktır" dedi.
Davutoğlu, 15. MÜSİAD Uluslararası Fuarı'nın gala programındaki konuşmasında, 1996'da "Benzer düşünceye, benzer vizyona sahip farklı ülkelerden iş adamlarını bir salonda, bir toplantıda bir araya getirilip, gelecek planlaması yapılabilir mi?" konusunda detaylı görüşme yaptıklarını, teorik bir çerçeve hazırladıklarını, sloganlar tespit ettiklerini anlattı.
Uluslararası fuar kararının 1999'da alındığını hatırlatan Davutoğlu, "Aslında o 3 sene içinde yaşanan değişim, Türkiye'de, MÜSİAD'da ve dünyada birçok şeyi anlatmak için yeterli veri sağlıyor bize. O yıllarda, 'eski Türkiye' diyebileceğimiz yıllarda 1996'da heyecanla başlayan o çalışmalar 1999'da bir tür karamsarlığa bürünmüştü. Çünkü Türk demokrasisi büyük bir darbe yemişti" diye konuştu.
Davutoğlu, 3 özelliğin, o dönemler ile şimdi arasındaki, "yeni Türkiye" ile "eski Türkiye" arasındaki farkı ortaya koyduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:"O yıllarda demokrasi ciddi bir hasar görmüş ve iç istikrarı sarsılmış bir ülke içinde iş adamlarımız, iş adamları örgütlerimiz bir gelecek vizyonu geliştirmek konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlardı. Bir 28 Şubat tecrübesi yaşanmıştı. İş dünyasının 'şu veya bu ideolojiye mensup' diye ayrıştırıldığı ve siyasi istikrarın ciddi darbe yediği, millet ile devlet arasındaki uçurum haline gelmiş, derinleşmiş problemlerin yaşandığı, iç tehdit tanımlamasının hayatın her aşamasına sirayet ettiği yıllardı o yıllar. Aynı dönemde ciddi ekonomik krizler de yaşandı. 1996'da ilk iş forumu toplantısı yapıldığında, 1994 krizinin sıkıntılarını aşmaya çalışıyorduk. 1999'da ise 2001'de olacak sıkıntıların ön haberleri gelmeye başlamıştı ve nihayet Türkiye, o yıllarda dünyaya kapalı bir ekonomi, siyaset anlayışıyla uluslararası alanda etkisini kaybeden bir ülke konumundaydı. Şimdi o günden bugüne değişimi yine bu 3 eksende tanımlayabiliriz. 28 Şubat şartlarından bugüne, 12 yıldır birçok vesileyle halktan tekrar tekrar meşruiyet gücü alan, demokrasiyi güçlendiren bir siyasi istikrar dönemi yaşıyoruz. O yıllarla bu yıllar arasındaki temel fark, devletin milli kaynakları kullanma ve milletten güç almaya dayalı siyaset anlayışıdır. Bir kez daha geçmişle, o yıllarla bu yılları karşılaştırarak, vurgulayarak söylemek istiyoruz ki bundan sonra da Türk siyasetindeki en temel hususiyet, milletten gücünü alan siyasi iktidarların sağladığı siyasi istikrar olacaktır."
TÜRKİYE GERÇEĞİ
İkinci özelliği, "Küresel ekonomik krizin yaşandığı dönemde dahi kalkınma hızıyla, büyüme rakamlarıyla, artan ihracatıyla dünya ekonomisinde yükselen konumunu sürdüren Türkiye gerçeği" şeklinde tanımlayan Davutoğlu, 1990'lı yıllarda ciddi siyasi istikrarsızlıklarla tetiklenmiş, ekonomik krizler yaşayan Türkiye'nin, son 12 yılda gayrisafi milli hasılasını yaklaşık 4 misli, ihracatını neredeyse 5 misli artırdığını kaydetti ve artışın ardındaki temel gücün, milli iradenin, ekonomik alanda gücünü milletten alan yepyeni bir perspektifle ülke kaynaklarını kullanması olduğunu söyledi.
TÜRK EKONOMİSİNDE SAĞLIK İŞARETİ
Davutoğlu, son rakamların Türk ekonomisindeki sağlık işaretinin verilerini sunduğunu ifade ederek, şu bilgileri paylaştı: "Ekim ayında ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7,3 artarken, ithalatımız yüzde 1,5 geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı, geçen sene ekim ayında yüzde 61,9 iken, bu sene ekim ayında yüzde 67,4'e yükseldi. Yılın 10 ayında ihracatımız yüzde 5,6 artarak, 131,5 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde ithalatımız, yüzde 3,9 düşerek dış ticaret açığımızın yüzde 18,2 gerilemesine yol açtı. Şimdi bu ekonomik veriler, aslında demokrasiyle, dünyaya açık Türkiye arasında irtibatı sağlayan verilerdir. Dolayısıyla artık 90'lı yılların siyasi istikrarsızlıklar içindeki, ekonomik kriz yaşayan, dünyaya kapalı Türkiye'sinin yerine, şimdi siyasi istikrar, ekonomik kalkınma ve küresel ekonomiyle entegre olmuş yeni bir Türkiye anlayışı ikame etmiştir."
"KÜRESEL EKONOMININ GELIŞIMI BAĞLAMINDA ÇOK CIDDI TEDBIRLER ALINMASINA IHTIYAÇ VAR"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, MÜSİAD'ın başlattığı Uluslararası Fuar ve İş Forumu'nun mahiyet değiştirerek, 123 ülkeden 7 bin, Türkiye'den 200 bin katılımcının katkıda bulunduğu çok geniş kapsamlı ekonomik platform haline dönüştüğünü belirterek, MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak ve ekibini tebrik etti ve Türkiye ekonomisine katkılarından dolayı teşekkür etti.
Türkiye'nin 1 Aralık'tan itibaren G20 dönem başkanlığını üstleneceğini hatırlatan Davutoğlu, MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve İş Forumu'nun da bu kapsamda mahiyet değişimine ihtiyacı olduğunu dile getirdi.
G20 ZİRVESİ
Davutoğlu, 2 hafta önce Avustralya'da G20 Zirvesi'ne katıldığına değinerek, şunları anlattı:
"Dünya ekonomisinin en büyük 20 ülkesi, liderleri ve teknik kadrolarıyla, ayrıca girişim dünyasının en önemli isimleriyle Avustralya'da buluştuk. Oradaki tartışmalarda en temel hedef, dünya ekonomisinin durağanlıktan, durgunluktan, resesyondan çıkarak tekrar büyüme trendi yakalamasıydı. Bütün liderlerle mutabık kaldığımız stratejik perspektif, dünya ekonomisine tekrar yüzde 2 kalkınmayı ortalama olarak sağlamaktı. Dünya ticaretinde geleneksel olarak yüzde 7-8 civarında olan büyümenin son yıllarda yüzde 2-3'e gerilediği düşünülürse, aslında küresel ekonominin gelişimi bağlamında çok ciddi tedbirler alınmasına ihtiyaç var. Orada bu tedbirleri konuştuk.
Temelde 2 yaklaşımın öne çıktığını görüyoruz. Bir kanat ve bazı ülkeler, dünyada talebi tekrar uyandırarak, ekonomik canlılığın önünü açmaya çalışırken, diğer bazı ülkeler özellikle enflasyonist baskıdan kaçınabilmek için daha sıkı politikalara ve daha anti-enflasyonist talep kısıtlayıcı politikalara yöneliyorlar. Tabiri caizse bir kriz karşısında iki ayrı eksene doğru bir kayış söz konusu. Biz Türkiye olarak, orada da dile getirdiğimiz gibi hem mali disipline ve sağlam finansal yapılara dayalı anti-enflasyonist politikaları yürütmek hem de dünya ekonomisinde de ülke ekonomisinde de büyümeyi aynı anda gerçekleştirmek perspektifini liderlerle paylaştık. Önümüzdeki dönemin en temel konusu da özellikle bizim dönem başkanlığımızda bu olacak."