Hayatın içinde savrulan birer yaprak gibiyiz. Kimi zaman rüzgârın kollarında özgürce dans ederken, kimi zaman da yağmurun ağırlığıyla toprağa yapışıyoruz. İşte tam da bu noktada, elimizdekilere gösterdiğimiz güven, bizi ayakta tutan ya da yere seren en büyük sınavımız oluyor.*
Karşımda duran bu anlamlı bir öğütname, insanoğlunun en büyük zaaflarından birini gözler önüne seriyor: Geçici olana güvenmek. "VAR DİYE GÜVENME" başlığı altında sıralanan beş temel uyarı, hayatın gerçeklerini yüzümüze çarpıyor.
İyi eşim var diye güvenme, der bu hikmet. Sağlığını ihmal edersen, hastalık yatağında o güvendiğin eşin ne kadar yanında olabilir ki? Hiç düşündün mü? Sağlıklı bireyler olmadan, sağlıklı ilişkiler kurulamayacağını hatırlatıyor bize.
"Tarlada buğdayım var" deme, ambara girmeden. Ne kadar tanıdık değil mi? Hayatta hiçbir şey garantisi yoktur. Bugün elinde olan, yarın olmayabilir. Ekinlerin üzerine bir dolu yağması, bir sel basması yeterlidir hayallerin suya düşmesi için.
Kardeşlik bağlarına güvenmek... İyi kardeşim var diye güvenme, maddi meseleler araya girmeden. Para, nice kan bağlarını koparmış, nice kardeşlikleri bitirmiştir. İnsanın doğasında var olan açgözlülük, bazen en kuvvetli bağları bile koparır.
Evlatlarımıza duyduğumuz güven de sınırları olması gereken bir duygu. "İyi evladım var deme, evlendirmeden önce" diyor bilgelik. Evlilik, kişinin gerçek karakterini ortaya çıkaran büyük bir imtihandır. Kendi yuvasını kurmadan, kişinin gerçek sorumluluk anlayışını göremezsiniz.
Komşuluk ilişkilerine gelince... "İyi komşum var deme, başın dara düşmeden." Gerçek dostluk ve komşuluk, zor zamanlarda belli olur. Herkes güzel günde yanınızda olmak ister, ama sıkıntılı günlerde yanınızda duran, gerçek dostunuzdur.
Ve tüm bu geçici güvenlerin ardından, öğütname bize asıl güvenilmesi gereken kaynağı hatırlatıyor: "Allah'a güven. Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." Al-i İmran 159. ayeti, tüm bu dünyevi güvenlerin faniliğine karşın, ilahi güvenin sarsılmazlığını vurguluyor.
Düşünüyorum da, hayatta ne çok şeye güveniyoruz. İşimize, paramıza, sağlığımıza, sevdiklerimize... Ama bunların hiçbiri kalıcı değil. Belki de gerçek huzur, geçici olana değil, kalıcı olana güvenmekte yatıyor.
Bu güzel öğüt tablosu, modern zamanın koşuşturması içinde kaybettiğimiz bilgeliği bize hatırlatıyor. Aldanmayalım, var diye güvenmeyelim. Çünkü var olan, bir gün yok olabilir. Ama inancımız, bizi asla yalnız bırakmaz.