AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Ömer Çelik'in konuşması şöyle:
"Yeni Şafak ve Yeni Akit gazetelerine geçmiş olsun diyoruz. Bu saldırılar karşısında kim olursa olsun, bugün Yeni Şafak ve Yeni Akit, yarın bir başkası olabilir, bu basın kuruluşlarıyla sonuna kadar dayanışma içerisinde olduğumuzu ifade ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, yeni anayasayla ilgili olarak çalışmalar başladı, komisyon dün ikinci toplantısını gerçekleştirdi. MKYK Toplantısında da Genel Başkamızın Başkanlığında bu süreci yönetmek üzere, bu süreci yürütmek üzere geniş bir heyetle AK Parti’de bir çalışma yapılmasına karar verdik. Uzlaşma Komisyonu üyelerimiz de içinde yer alacaklar, benim başkanlığımda ve koordinatörlüğümde geniş bir heyetle, içinde hukukçuların, siyaset bilimcilerin olduğu, bizim kendi siyasi arkadaşlarımızın olduğu bir mekanizmayla bütün bir süreç takip edilecek."
"YENİ ANAYASA MESELESİ TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK MESELESİ"
"Tabi sadece yeni anayasa meselesi Türkiye’nin en büyük meselesi, en üst meselesi, Türkiye’nin yönetiminin yazılımıyla ilgili bir mesele, Türkiye’nin büyük meselelerinin çözümü için de referans verilmesi gereken bir süreç. Dolayısıyla sonuçta tabi ki Türkiye’nin yeni bir anayasaya kavuşmasını çok önemsiyoruz, ama esas olarak bu sürecin kendisi de son derece kıymetli. O sebeple, sürecin Türkiye’nin büyük meselelerinin tartışıldığı, Türkiye’nin demokrasinin gelişmesine, sivil siyasetinin güçlenmesine katkı sağlayacak bir şekilde sevk ve idare edilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple de biz AK Parti olarak bütün siyaset üretme kapasitemizle bu sürece katkı vermeye çalışacağız, bu süreci değerlendirmeye çalışacağız. Dolayısıyla yeni anayasa meselesini aynı zamanda Türkiye’deki demokratik siyasetin, sivil siyasetin üretiminde yeni bir aşama olarak da değerlendiriyoruz. Türkiye’nin büyük meselelerinin bu yeni anayasa yazılım sürecinde ele alınmasının çok daha sağlıklı tartışmalara yol açacağını düşünüyoruz. Biz de çalışmalarımıza en yakın zamanda parti içerisindeki heyet olarak başlayacağız. Zaten yeterince hazırlığımız var, ama dediğim gibi bunu bir siyaset üretme süreci olarak da ele alıp, sivil siyasetin üretim kapasitesini artırma süreci, demokratik siyaseti güçlendirme süreci olarak da ele alıp o şekilde ciddi bir şekilde takip edeceğiz.
CİZRE VE SUR OLAYLARI
Geçen sizinle buluşmamızdan bugüne kadar dikkat ediyorsanız sizinle paylaştığım gibi özellikle Cizre’de, Sur’da ve diğer yerlerdeki olayları yakinen takip ediyoruz. Geçen sefer de söylediğim gibi, basında bir siyasi partinin, HDP’nin sözcülerinin sürekli olarak gündeme getirdikleri Cizre’deki yaralılar meselesi konusundaki hassasiyetimizi sizinle paylaştım.
Biz cenazeler ve yaralılar konusunda bize hangi ihbar gelirse, hangi telefon bize ulaşırsa gereken hassasiyeti gösteriyoruz ve ilgili arkadaşlarımızla konuşarak bir yerde cenaze varsa ona gereken saygının gösterilmesi kimliği ne olursa olsun, aynı şekilde yaralılar varsa onların kimliği ne olursa olsun gereken sağlık hizmetine kavuşması için girişimlerde bulunuyoruz. Fakat HDP’nin bir yaralılardan bahsedip, oraya ambulanslar gitmesine rağmen ambulanslara ateş açılmasına, o binadan hiçbir yaralının çıkarılmamasına karşın, hala bir tırnak içerisinde katliam dilinden bahsedip yürüttüğü bu tutumun doğrusunu söylemek gerekirse cenazelere dönük saygıyla ya da yaralılarla ilgili bir duyarlılıkla ilgisi olmadığını düşünüyoruz. Çünkü şimdiye kadar söyledikleri her konuda, cenaze olsun, yaralılar konusu olsun veya başkalarının söylediği konularda gereken ilgi, alaka gösterildi. Giden ambulanslara ateş açılması karşısında sessiz kaldılar, oraya sağlık hizmetinin ulaştırılmasına dönük olarak yapılan bütün çalışmaların terör örgütü tarafından engellenmesine sessiz kaldılar, ama halen bu tutumlarını sürdürüyorlar."
"KARŞIMIZDA BİR İSTİSMAR SİYASETİ GÖRÜYORUZ"
"Orada şu kadar kişi katledildi dediler, sonra bunu ispatlamayınca orada öldürülenlerin çeşitli binalara dağıtılarak bunun örtbas edilmeye çalışıldığını söylediler. Karşımızda cenaze duyarlılığı ve yaralılarla ilgili hassasiyet üzerinden terörü himaye etmeye çalışan, teröre nefes borusu açmaya çalışan, teröristlere koridor açmaya çalışan ve konuyu başka yerlere çekmeye çalışan maalesef bir istismar siyaseti görüyoruz.
Bir kere daha açık bir şekilde söylüyoruz; cenazelerle ilgili, cenazelere gösterilmesi gereken saygıyla ilgili duyarlılığımız en üst noktadadır. Bize bu konuda gelen bilgilere ihbarlara ivedilikle ve hassasiyetle yaklaşıyoruz. Aynı şekilde kimliği ne olursa olsun bütün yaralıların sağlık hizmeti alması için elimizden gelen her gayreti gösteriyoruz. Ama görüldüğü gibi HDP’nin bir cenaze siyaseti, bir yaralılar siyaseti şeklinde, cenaze duyarlılığıyla ilgili, yaralıların sağlık hizmeti alması duyarlılığıyla ilgili duyarlılığı bile teröre koridor açmak ya da teröristlere nefes borusu açmak şekilde bir istismar siyasetiyle çerçevelemeye çalıştığını da görüyoruz. Bunu çok açık ve net bir biçimde kınıyoruz.
Cenazeler gereken saygıyı görecektir, görmelidir, yaralılar aynı şekilde gereken sağlık hizmetini kimlikleri ne olursa olsun alacaktır, bu konuda hassasiyetimiz vardır. Ama katliam peşinde koşan terör örgütünü himaye etmeye çalışarak, terör örgütünün vatandaşın demokrasisine, can ve malına kast eden tutumlarını direniş olarak etiketleyerek terörü açıktan himaye ederek ve Türkiye’nin demokrasisine, Türkiye’nin toplumsal barışına yönelen bu katliam siyasetini direniş adı altında meşrulaştırmaya çalışarak yürütülen bu çarpık zihinsel faaliyetin, bu çarpık siyasetin sonuna kadar karşısında olacağımızı da ifade ediyoruz.
HİÇBİR İDDİALARI DOĞRU ÇIKMADI
Şimdiye kadar söylediklerinin hiçbiri doğru çıkmamıştır, tamamı yalan olarak net bir şekilde görülmektedir, tamamen bir istismar siyasetiyle bu duyarlılıkları istismar ettiklerini, bu duyarlılıkları bile cenazelere gösterilmesi gereken saygıyı, yaralılarının sağlık hizmeti almasıyla ilgili hassasiyetleri bile teröre destek verecek bir lojistik siyasete dönüştürmeye çalıştıklarını görüyoruz, bunun altını çiziyoruz.
SURİYE SINIRI
Bildiğiniz gibi, bugünlerin en yoğun konularından bir tanesi sınırlarımızda gelişen, en son Suriye’de ortaya çıkan gelişmelerle birlikte daha fazla sayıda mülteci akınının sınırlarımıza doğru dayanmış olmasıdır. Kuşkusuz Türkiye burada tarihe geçecek, insanlık tarihine not olarak düşülecek büyük bir duyarlılık göstermektedir, büyük bir duyarlılıkla hareket etmektedir ve açık kapı politikası güderek insani hassasiyetleri azami gayretle yerine getirerek milyonlarca insanı, milyonlarca kardeşimizi ülkemizde misafir etmekteyiz. Vatandaşlarımız ekmeğini, çorbasını bölüşmeyi büyük bir mutlulukla kabul etmektedir ve ölümden kaçan bu insanları şanla ve şerefle ülkemizde misafir ediyoruz. Şu ana kadar 10 milyar dolara yakın para harcanmıştır ve bunun hepsi de bu milletin helal parasıdır, bu millet kendi varlığının zekatını bu mazlumlara, bu mahrumlara, ölümden kaçan bu insanlara sahip çıkarak ödemektedir."
"BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'İN TÜRKİYE'YE SINIRINI AÇ ÇAĞRISINI HAYRETLE KARŞILIYORUZ"
"Fakat bunun karşısında özellikle Avrupa Birliği’nin sadece göçmen politikası temelinde ilişkileri canlandırma gibi bir siyasete gitmemesi gerektiğini, bunun küresel bir sorun olduğunu ve küresel vicdanın bir yansıması olarak ele alınması gerektiğini defalarca ifade ettik. Maalesef bu duyarlılıklarımız, bu taleplerimiz karşılık bulmadı. Şimdiye kadar da doğrusunu söylemek gerekirse ne manevi olarak, ne maddi olarak hiçbir şekilde Türkiye’nin altına girdiği bu yükü paylaşmak konusunda yeterli bir destek görmedik, son zamanlarda belli bir maddi destek konuşuldu.
Fakat dün itibarıyla Birleşmiş Milletler’in ve diğer odaklarının Türkiye’ye sınırını aç çağrısında bulunmasını büyük bir hayretle karşılıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, uluslararası toplumun tarihine geçecek bir ikiyüzlülük olarak değerlendiriyoruz. Türkiye’nin zaten sınırları açıktır, Türkiye zaten açık kapı politikası gütmektedir. 20-30 bin mülteciyi almak için aylarca pazarlık yapanlar, bir sürü şart öne sürenler, Türkiye’nin zaten açık olan kapılarını açmasını talep etmekle kendi sorumluluklarını gizlemekten başka bir iş yapmıyorlar.
Fakat vatandaşlarımızdan şöyle bir tepki gelmektedir: Evet, biz şan ve şerefle büyük bir insanlık örneği olarak ölümden kaçan bu insanları misafir ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. Ama buna rağmen Türkiye eleştiriliyorsa diyor vatandaşlarımız, o zaman sadece Suriye sınırını değil bütün sınırları açalım Türkiye’nin ve o zaman bu yükü Avrupa’yla birlikte eşit bir şekilde paylaşalım diyor vatandaşlarımız. Yani bu sözü söyleyenler Türkiye’nin bu duyarlılıklarına karşı bu şekilde hassasiyetsiz davrananlar söyledikleri sözün nereye gittiğini bilmelidirler.
Hem Suriye’deki katliamları engellemek için hiçbir şey yapmayacaksınız, Cenevre-3’ün birtakım terör örgütlerinin masaya oturulması gündemiyle ya da Cenevre’de masaya oturan bir devletin, aynı zamanda Rusya’nın bombalamaya devam etmesi gibi son derece çarpık bir durumla akamete uğramasına sessiz kalacaksınız, ondan sonra uluslararası kurum ya da uluslararası toplum olma şeklindeki vasfınızı sadece Türkiye’nin sınırları söz olduğunda aklınıza getireceksiniz. Kuşkusuz bu kabul edilebilir bir şey değildir, bunu şiddetle ret ediyoruz."
"SURİYE MESELESİ SURİYE'YLE ULUSLARARASI TOPLUM ARASINDA BİR MESELEDİR"
"Ve Türkiye’nin bu yükü, Suriye meselesi Türkiye’yle Suriye arasında ikili bir mesele değildir. Suriye meselesi Suriye’yle uluslararası toplum arasında bir meseledir. Oradaki sivillerin öldürülmesini durdurmayanlar, rejimin ve Rusya’nın savaş uçaklarıyla sivilleri öldürmesinin önüne geçmeyenler, bu ölümden kaçan sivillerin sorumluluğunu paylaşmayanların Türkiye’ye hatırlatacağı hiçbir şey yoktur. Ve oradan yayılan terör dalgası nasıl ki sadece bizle sınırlı kalmıyor, Avrupa başkentlerine dayanmıştır, buradaki mülteci krizini uzun zaman Türkiye’nin üstüne yıkarak sadece Türkiye’nin meselesi gibi konumlandırmaya çalıştılar. Ama insanlar aynı kavimler göçü gibi Akdeniz’i aşarak Avrupa kapılarına dayanıyorlar. Dolayısıyla Avrupa gösterdiği bu sorumsuzluğun, bu geri duruşun kuşkusuz bedeliyle karşı karşıya kalacaktır."
"TÜRKİYE'NİN BU KONUDA ELEŞTİRİLMESİ ASLA SÖZ KONUSU OLAMAZ"
"Burada Türkiye büyük bir sorumluluk içerisinde davranarak tüm bu yükü neredeyse bütün bir insanlık adına üstlenmektedir, bundan da hiçbir kaygısı yoktur. Ama buna rağmen bu şekilde sınırları açın şeklinde bir yaklaşım ikiyüzlü bir yaklaşımdır, Türkiye’nin bu konuda eleştirilmesi gibi bir şey asla söz konusu olamaz, bunu asla kabul etmeyiz, bunu yapmaya kalkanların aynaya bakmalarını tavsiye ederiz. Ve burada da Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, Avrupa Birliği başta olmak üzere bu kurumların mükellefiyetlerini yerine getirmeleri gerektiğini bir kere daha hatırlatıyoruz."
"TÜRKİYE’NİN SAVUNMASI SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA, MÜTTEFİKLERİMİZİ YANIMIZDA GÖRMEK İSTERİZ"
"Değerli arkadaşlar, diğer gündem konusu Amerika Birleşik Devletleri’yle aramızda PYD konusundaki görüş ayrılığıdır. Biz açık ve net bir şekilde müttefiklik ilişkisinin, ortak dostluk tanımları ve ortak düşmanlar karşısında ortak davranış biçimleri geliştirmek olduğunu düşünüyoruz. Ortak dostluk tanımları ve ortak düşmanlar karşısında ortak davranış kalıpları geliştirilmezse, o zaman müttefiklik ilişkisinde çeşitli dalgalanmalar ortaya çıkar ve bu tabii ki terör örgütlerine karşı ortak mücadeleyi zayıflatır, küresel bir problem olan, insanlığa karşı büyük bir suç olan terörle mücadele konusunda birtakım zaafların, birtakım kara deliklerin ortaya çıkmasına yol açar. Türkiye bugünlerde özellikle karşı karşıya kaldığı Suriye kaynaklı ulusal güvenlik riskleri karşısında müttefiklerinden daha çok dayanışma bekleme hakkına sahiptir. Çünkü Türkiye müttefikleriyle birlikte paylaştığı değerler konusunda dünyanın her yerinde üzerine düşeni Kore Savaşı’ndan son zamanlarda Bosna’da, Somali’de, dünyanın her yerinde varlık göstererek yerine getiren bir ülkedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin savunması söz konusu olduğunda, birtakım güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalması söz konusu olduğunda, bu kimden gelirse gelsin müttefiklerimizi yanımızda görmek isteriz.
Açık bir biçimde bu bahsedilen PYD, YPG, onunla bağlantılı kuruluşların Türkiye’ye dönük düşmanca tutumları söz konusudur. Bu düşmanca tutumlardan, bu manaya gelebilecek davranışlardan çok öncelerden itibaren vazgeçmeleri, bu tip tutumlar içerisine girmemeleri konusunda bunlar uyarılmışlardır, fakat buna rağmen bu tutumlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Dolayısıyla, Türkiye’nin düşman olarak belirlediği, terör örgütü olarak belirlediği bir yapının bir müttefikimiz tarafından terör örgütü değildir diye tanımlanması kuşkusuz kabul edilemez ve ciddi bir hayal kırıklığıdır. Dediğim gibi müttefiklik ortak dostluk tanımları geliştirmek ve müttefik ülkelerden birisine karşı düşmanca tutum içerisine giren bir örgütün ya da devlete karşı ortak davranış geliştirme kavramıdır, zeminidir, bunun korunmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bu konudaki hassasiyetimizin başta Amerika Birleşik Devletleri tarafından ve bütün müttefiklerimiz tarafından ciddi bir biçimde ele alınması gerektiğini değerlendiriyoruz."
"ZİHNİYET ÇARPIKLIĞINI ANLAMAKTA ZORLUK ÇEKİYORUZ"
Basın açıklamasının ardından gazetecilerin sorularını cevaplayan Ömer Çelik, Yunan basınında yer alan bir haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa Birliği yetkilileriyle görüşmelerde 'mültecileri otobüslere doldurup göndeririz' yönünde tutanakların olduğuna ilişkin sorusu üzerine şöyle cevap verdi: "Şimdi enteresan olanı, Juncker’le Sayın Cumhurbaşkanımız arasında geçtiği iddia edilen konuşmanın birtakım basın yayın organları, özellikle bu paralel örgütünün basın yayın organları tarafından büyük bir diplomatik skandal gibi sunulması. Halbuki orada görüyoruz ki, eğer bu konuşmanın tamamı teyit edilirse, şu anki haliyle bile, bu ortaya çıkan hali tamamı mıdır, değil midir, onu teyit etme durumunda değiliz. Ama orada Cumhurbaşkanımıza atfedilen sözlerin insanlık vicdanına sahip çıkan, Suriye konusundaki hassasiyetini gözeten ve herkesin sustuğu konularda vicdani ve siyasi olarak en önemli gerçekleri dile getiren, Türkiye’nin milli çıkarları konusundaki hassasiyetini ortaya koyan sözler olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla birilerinin bunları diplomatik skandal diye tanımlamasındaki zihniyet çarpıklığını tabii anlamakta zorluk çekiyoruz."
ÇELİK SORULARI CEVAPLANDIRDI
Ömer Çelik şöyle devam etti: "Hem Türkiye’nin milli çıkarlarına sahip çıkan, Suriye’deki mazlumlara sahip çıkan, Avrupa’nın bu konudaki çifte standartlarını önüne seren ve özellikle de Türkiye’ye bu duyarlılığı sürdürmesi karşılığında birtakım iyilikler yapılmış gibi gösterilmeye çalışılan unsurlarla ilgili olarak bu konuların pazarlık konusu olmadığını çok net bir şekilde ifade eden bir liderlik söz konusu orada. Dolayısıyla burada Türkiye’nin hem milli çıkarları bakımından, hem bölgesel hassasiyetleri bakımından son derece önemli, son derece altı çizilmesi gereken cümleler olduğunu ifade etmek gerekir. Birilerinin bunları diplomatik skandal diye yayınlaması onların kendi zihniyet çarpıklığının bir ürünü olarak tarihe geçmiştir."
"ORTADAKİ TARTIŞMALARI BİR KRİZ OLARAK GÖRMÜYORUZ"
İki eski bakan Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik'in partiye dönük medya üzerinden bazı eleştiriler yaptığını ve bu konusunudaki düşüncelerini soran bir gazetecinin, "Bir de, dün yaşanan ve dünden önceki gün yaşanan eski Cumhurbaşkanının da dahil olduğu trafiği bu çerçevede nasıl değerlendirmek lazım?" sorusuna Ömer Çelik şu cevabı verdi:"Arkadaşlar, bizim AK Parti’de parti içi muhalefet geleneğimiz yok, ama tabi ki bir eleştiri geleneğimiz var. Yani kendi içimizde pek çok şeyi ciddi bir eleştiriyle gündeme alıyoruz, birçok süreci de öne geçiriyoruz zaten. Aktif siyasetin içinde olan ya da aktif siyasetin dışında olan arkadaşlarımız da zaman zaman bu eleştirilerini basınla paylaşıyorlar. Aslında AK Parti içerisinde bununla ilgili konuştuğumuz her zemin var. Bizim bu tip açıklamalarda beraber yol yürüdüğümüz, bundan sonra da yol yürüyeceğimiz değerli siyaset arkadaşlarımızın bu açıklamalarıyla ilgili genel prensiplerimiz var. Katılmadığımız noktalar şunlardır genelde: Gerek Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsı ya da başka arkadaşlarımızın şahsıyla ilgili konular gündeme getirilerek, bu bağlamda ele alınarak birtakım değerlendirmeler yapılmasını doğru bulmayız. Kuşkusuz politikalar eleştirilebilir, eleştiri her zaman katkı sağlar. Hele de AK Parti içerisinde bu kadar önemli görevlerde bulunmuş, hala AK Parti’nin iyiliğini isteyen, AK Parti bir göreve çağırdığı zaman en ön safta koşaca arkadaşlarımızın bu değerlendirmeleri her zaman kıymetlidir. Ama dediğim gibi, birincisi, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere arkadaşlarımızın bazılarının isminin geçtiği şahsi değerlendirmeler yapılmasını doğru bulmayız.
SİYASET VURGUSU
İkinci husus da şudur: Kuşkusuz hepimiz devlet ve siyaset hayatı içerisinde pek çok toplantıya katılıyoruz, pek çok yerde görüş bildiriyoruz, pek çok yerde pozisyon alıyoruz, o toplantılarda çeşitli arkadaşlarımızın birbirine zıt görüşleri ortaya çıkabiliyor. Ama AK Parti geleneği şudur: Orada bir karar alındıktan sonra hepimiz arkasında kenetleniriz ve o siyaseti içeride savunanla içeride eleştiren artık bir karar verildikten sonra dışarıda ortak sorumluluğu paylaşır. O sebeple aradan belli bir zaman geçtikten sonra ben o toplantıda farklı bir tavır almıştım ya da ben o toplantıda şöyle demiştim gibi değerlendirmelerin de AK Parti geleneği açısından doğru olmadığını düşünüyoruz. Ama tabi bütün bunların içerisinde büyük resme baktığımız zaman şudur: Hiçbir şekilde biz öyle birtakım spekülatif haberlerde olduğu gibi AK Parti’ye karşı bir yapılanma, AK partiye karşı başka bir siyasi hareket şeklinde bir tutum olarak bunları değerlendiremeyiz. Bu arkadaşlarımız AK Parti’de çok önemli görevler yapmış, çok değerli hizmetleri bulunmuş arkadaşlarımızdır, çok kritik zamanlarda çok cesur tavırlar almışlardır. Dolayısıyla bunu AK Parti’nin daha güçlenmesi, daha iyi siyasetler üretmesi için genel eleştiriler olarak ele alırsak daha faydalı olur. Ama dediğim gibi katılmadığımız noktalar, birincisi kişiselleştirilmesi, ikincisi devlet ve siyaset hayatı içerisinde mahrem sayılması gereken toplantılarla ilgili geçmişe dönük bir yargılama yapılması şeklindedir. Bütün bunun içerisinde ortaya çıkan spekülatif birtakım haberler var, yani AK Parti’nin içerisinden bir yeni siyasi hareket mi çıkıyor, bu arkadaşlarımız öyle bir oluşum içinde midirler? Hayır, kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil, AK Parti geleneğinde yok. Bu arkadaşlarımız AK Partilidirler, AK Parti’nin hassasiyetini bilirler, bu çerçevede bakmak gerekir; birinci kısmı. İkincisi; 11. Cumhurbaşkanımızın Sayın Cumhurbaşkanımızla görüşmesi son derece doğal. Aslında basına yansıdığı zaman hani çok olağanüstü bir şeymiş gibi oluyor. 11. Cumhurbaşkanımız Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde devletimizin en önemli görevlerinde bulunmuş çok değerli bir devlet ve siyaset adamıdır. Kendisi gerek görev yaptığı zamanlarda, gerek de şimdi ülke meselelerini tabi ki yakından takip ediyor, iki konudaki hassasiyetinin çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bir tanesi, Türkiye’nin büyük reformlar yapması ve bu büyük reformlar çerçevesinde demokrasini ve ekonomisini güçlendirmesiyle ilgili ciddi bir zihinsel takip içerisindedir. İkincisi de, bunu gerçekleştirecek parti olarak AK Parti’nin birlik, bütünlüğünün ve Türkiye’ye yapacağı hizmetlerin aynı şekilde yoluna devam etmesi için 11. Cumhurbaşkanımızın çok hassas olduğunu, o sebeple AK Parti’yi birtakım sıkıntılar karşısında uyarmak, birtakım doğru siyasetleri görüştüğü arkadaşlarımıza söylemek konusunda çok önemli katkıları vardır.
Tabi ki 11. Cumhurbaşkanımızla Sayın Cumhurbaşkanımız her zaman görüşeceklerdir, bu devlet ve siyaset hayatı için de bir katkıdır. Kendisinin diğer arkadaşlarımızla, partimizde çok önemli görevler yapmış arkadaşlarımızla görüşmesi de normaldir. Belki o trafiğin üstüne geldiği için; zaten açıklama da yapıldı. Nitekim bunlar doğal, başka arkadaşlarımızla da bu görüşmeler yapılır, ülkenin meseleleri dillendirilir, değerlendirilir. Sonuçta AK Parti gemisini daha etkili bir şekilde yüzdürmek için, bu büyük okyanusta, bu büyük tehlikeler karşısında Türkiye’ye daha çok hizmet etmesini sağlamak için bu değerlendirmeler yapılır. Dolayısıyla biz bunu, hani ortadaki tartışmaları bir kriz olarak görmüyoruz. Katılmadığımız noktalar olabilir arkadaşlarımızın bazılarının açıklamalarıyla ilgili. Ama bunu AK Parti’ye karşı bir hareket olarak değerlendirmek doğru değildir, yeni bir siyasi hareket, karşı bir siyasi hareket gibi değerlendirmek doğru değildir. AK Parti çatısı altında, AK Parti şemsiyesi içinde birtakım ifadeler olarak değerlendirmek gerekir. Dediğim gibi her halükarda şudur: Yöntem olarak, içerik olarak katılmadığımız yerler olabilir, ama bunlar karşımızda gördüğümüz ya da hasım olarak değerlendirdiğimiz şeyler asla olamaz, söz konusu olamaz öyle bir şey."
"RUSYA’NIN SURİYE’DE NE YAPTIĞINI, DÜNYAYA AÇIKLAMASI GEREKİR"
Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un Türkiye’nin DAEŞ’le görüştüğü noktasında bir iddiası olduğunu söyleyen bir gazetecinin, "Bu iddiayı nasıl değerlendireceksiniz? Bir de, 40 milletvekiliyle ilgili dokunulmazlık dosyaları Adalet Komisyonunu sevk edildi, bu 40 dosya Genel Kurula gelirse AK Parti’nin tavrı ne yönde olacak?" sorusu üzerine Ömer Çelik, "İkinci kısımdan başlayayım. O dosyalarla ilgili bir değerlendirmemiz yok şu aşamada, yani gerek içeriklerle ilgili, gerek Genel Kurula gelirse nasıl bir tutum alacağımızla ilgili. Lavrov’un açıklamaları artık son kullanma tarihi geçmiş açıklamalar. Bu Batıda pek çok yerde defalarca Türkiye’ye karşı bir kara propaganda unsuru olarak gündeme getirildi. Halbuki, Türkiye bugün Batıdaki pek çok ülkeden daha önce DAEŞ adlı bu terör örgütünü terör olarak tanımlamış, ona karşı tutum almış bir ülke. Ama Türkiye’yi Ortadoğu’da belli bir eksene, belli bir politikaya sıkıştırmak isteyenler, hatırlayınız bundan 3-5 sene evvel eksen kayması var diyorlardı, Türkiye yönünü Batıdan Doğuya çeviriyor diyorlardı, şimdi de bu DAEŞ’le işbirliği meselesini gündeme getiriyorlar" dedi.
RUSYA’NIN SURİYE TUTUMU
Rusya'nın Suriye tutumunu değerlendiren Ömer Çelik şöyle devam etti:"Hep beraber dünyanın gözü önünde şu oluyor: Bundan bahseden Lavrov’un ülkesi ve Rusya’daki silahlı kuvvetleri şimdiye kadar doğru düzgün tek bir DAEŞ hedefini vurmamıştır. DAEŞ’le mücadele adı altında Rusya’ya yerleştiler, DAEŞ’le mücadele için o kadar uçağı, askeri oraya gönderdiklerini ifade ettiler, DAEŞ’e dönük olarak göstermelik bir-iki operasyon dışında bütün yaptıkları, DAEŞ’in karşısında DAEŞ’le savaşan unsurlara karşı operasyonlardır, sivillere karşı yapıyorlar, Özgür Suriye Ordusuna karşı yapıyorlar, Bayırbucak Türkmenlerine karşı yapıyorlar. Dolayısıyla birisini DAEŞ’le işbirliği içerisinde suçlama konusunda en son akla gelmesi gereken ülke Rusya’dır. Ayrıca DAEŞ’in elde ettiği petrolün birtakım Rus iş adamlarına satıldığı, onlar üzerinden pazarlandığına dair de ciddi iddialar vardır. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye’de ne yaptığını, Suriye’de DAEŞ’le niçin mücadele etmediğini, onun yerine sivilleri niçin bombaladığını, Özgür Suriye Ordusundan Esad’ın muhalifi olan güçlere kadar kapsamlı bir askeri harekat yürüterek Bayırbucak Türkmenlerine karşı da ne elde etmek istediğini dünyaya açıklaması gerekir. Orada şu anda terörle mücadele için bulunmuyor Rusya, bu çok net bir şekilde görünüyor. Yani söylemi ne olursa olsun, eylemlerine baktığımızda Rusya’nın ortaya koyduğu tavrın Esad ve Esad’la birlikte hareket eden terör odaklarına alan açma şeklinde gerçekleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla Sayın Lavrov’un bunlara cevap vermesi öncelikli olarak gerekir.
"BİRTAKIM GEÇİCİ İTTİFAKLAR KURARAK BÖLGEDE DERİNLİK YARATTIKLARINI DÜŞÜNMELERİ HAYALDİR"
Bir başka gazetecinin, "Bir yandan Türkiye’yle, Amerika arasında bir koalisyon durumu yaşanıyor, öte yandan da PYD lideri Salih Müslüm’ün bir açıklaması var. Fırat’ın batısına müttefiklerin desteği, Amerika’nın desteği olmadan geçmeyiz diye bir açıklaması var ve aynı zamanda da zaten PYD’nin elindeki silahlarında Amerika’dan gittiği yönünde de iddialar var, öncelikli olarak bu konuda bizimle paylaşacağınız bir bilgi var mı? İkinci sorum da; Türkiye-İsrail görüşmeleriyle ilgili, dün akşam Cenevre’de bir görüşme olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz hafta Yahudi dernek temsilcileri buraya gelmişti, sizin de içinde bulunduğunuz bir toplantı gerçekleşti. İsrail süreci nereye gidiyor, o toplantıda neler konuşuldu bizimle paylaşabilir misiniz?" sorusuna cevap veren Ömer Çelik şöyle konuştu: "Şimdi birincisi, PYD Türkiye’ye karşı terör faaliyetlerinde bulunan bir yapı olarak Fırat’ın batısına geçmesi halinde Türkiye’nin nasıl karşılık vereceğini biliyor. Bu konuyu Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız net bir biçimde ifade ettiler, Türkiye’nin bununla ilgili hazırlıkları da vardır. Burada PYD sözcülerinin söylemlerinin kendileri açısından ne ifade ettiğinin de altını çizmek gerekir. Çok uzun zaman önce birtakım değerlendirmelerde bulunmuştum, birilerinin gerek Türkiye’de, gerekse bölgede Kürtlerin kazanımlarını birtakım Kürt örgütleri eliyle çalmaya çalıştığını, Kürtlerin demokratik kazanımlarını bölgede yeni bir BAAS tipi yapılanma oluşturarak birtakım büyük güçlerin emrine silahlı kuvvet olarak vererek lejyoner haline getirmeye çalıştığını ifade etmiştim. Buna karşı da gençlerin demokratik kazanımlar konusunda duyarlı olan Kürt siyasilerin Kürt birtakım örgütler eliyle bu kazanımların çalınmasına, gasp edilmesine, başkalarının lejyoneri haline getirilmesine karşı duyarlı olması gerektiğini ifade etmiştim, PYD tam da bunu yapıyor şimdi. Yani ne Suriye’de, Suriye’de orada birtakım fiili durumlar oluşturarak Suriye’nin diğer halklarını kendisine düşman ediyor. Aynı şekilde Türkiye’ye dönük hasmane birtakım tutumlar alarak da aslında Türkiye’nin öteden beri gerek Suriye’deki Araplar ve Türkmenler kadar Suriye Kürtleriyle ilgili yaptığı girişimleri de berhava etmiş oluyor. Dolayısıyla, onların Suriye demokratik güçlerinin çatısı altında ve DAEŞ’le mücadele ediyoruz bahanesiyle koalisyonun bir parçası olarak Fırat’ın batısına geçme gibi bir niyetleri olduğunu biliyoruz."
Müttefiklerle görüş ayrılığı yaşansa da PYD'nin silahlı kolunun bir terör örgütü olduğunun altını çizen Ömer Çelik, "Bu terör örgütünün Türkiye’ye dönük hasmane davranışları vardır, bu bir ulusal güvenlik meselesidir. Bugün birtakım geçici ittifaklar kurarak bölgede derinlik yarattıklarını düşünmeleri kendileri için hayaldir. Burada kalıcı olan Türkiye Cumhuriyetidir, önemli olan Türkiye Cumhuriyetiyle ne tür ilişkiler geliştirdikleridir. Şu anda da büyük güçlerin Suriye’de yürüttüğü vekalet savaşında sadece sahada yuvarlanan bir futbol topu gibi çeşitli güç ilişkileri içine giriyorlar burası çıkmaz sokaktır. Buradan hem Suriye Kürtlerinin kazanabileceği demokratik kazanımları riske atıyorlar, hem Türkiye’yle ilişkilerini bu hasmane tutumla tamamen berhava etmiş oluyorlar. Dolayısıyla, PYD’nin tutum ve davranışı hangi büyük gücün Suriye’de ihtiyacı varsa onun hizmetine gönüllü olarak koşulan ya da belli bir meblağ karşılığı koşulan bir lejyoner hizmetinden başka bir şey değildir ve bu ulusal güvenlik riskine karşı da Türkiye’nin tutumu net ve kesindir" şeklinde konuştu.
"GAZZE BUGÜN AÇIK HAVA HAPİSHANESİ HÜKMÜNDEDİR"
İsrail’le ilgili normalleşmeye ilişkin görüşmelerin herkesin gözü önünde gerçekleştiğine dikkati çeken Ömer Çelik şöyle devam etti:"Bununla ilgili olarak tazminat, özür şartları ve bir de Gazze’deki ambargonun kaldırılması vardı. Sonda başkanlar konferansı denilen geniş bir Yahudi heyetiyle Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız kabul ettiler. Her ikisi de burada İsrail’le ilgili konu açıldığında net bir şekilde özür ve tazminatla birlikte Gazze’ye insani yardımların önünün açılması gerektiğini, bu şart yerine gelmeden bir normalleşme olmayacağını ifade ettiler. Gazze bugün açık hava hapishanesi hükmündedir. Biz Mescid-i Aksa’ya dönük olarak yapılan birtakım tacizkar tutumları şiddetle kınıyoruz. Ayrıca yeniden son zamanlarda ortaya çıkan bu yasadışı yerleşim yerlerine dönük olarak, özellikle Batı Şeria’da 1500 dönümü yakın bir alanın yerleşime açılması şeklindeki tutumu bu konudaki geleneksel hassasiyetimizle bir kere daha kınadık. Mescid-i Aksa konusundaki hassasiyetimiz, aynı zamandaki bu yasadışı yerleşim yerleriyle ilgili protestomuz devam etmektedir. Gazze’nin açık hava hapishanesi halinde olması buraya bir kasa domates giremiyor. Terör var diyerekten tünelleri imha ediyorlar, burada elektrik yok, su yok, en temel ihtiyaçlar yok, çocuklar açlık içerisinde, böyle bir dünyada böyle bir yer yok şu anda, bütün dünyanın gözü önünde bir açık hapishanesi orası. Türkiye’nin burada istediği buranın elektrik ihtiyacının, su ihtiyacının Türkiye tarafından karşılanması, gıda ihtiyacının Türkiye tarafından karşılanması ve bu çerçevede Gazze’deki insani durumun düzeltilmesidir, bu çerçevede bir yaklaşımı vardır Türkiye’nin. Bu uzun vadede bölge barışına katkı sağlayacaktır, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesine katkı sağlayacaktır. Aynı şekilde Gazze’deki Filistinlilerin insani yaşam standartlarına kavuşmasına katkı sağlayacaktır, ama bu hassasiyetler kesin ve net hassasiyetlerdir, baştan beri söylenen hassasiyetlerdir. Dolayısıyla, bu hassasiyetlerin yerine gelmesi için ne tür yöntemler, ne tür yollar, yordamlar bulunabilir bu çerçevede Dışişleri yetkilileri Hükümet tarafından talimatlandırılmıştır, görüşmeler bu şekilde sürüyor."
Görüşmelerin genel hatları itibarıyle iyi gittiğine dair bir bilgiye sahip olduğunu belirterek, bu tip görüşmelerde detayların çok önemli olduğunu söyleyen Ömer Çelik, "Son nokta koyulana kadar, hatta son nokta koyulması da yetmez, İsrail’in geçmişteki uygulamalarına bakıldığında bunun pratiğe dökülmesine ve işlemesine kadar bu iş hallolmuş diyemeyiz. O sebeple görüşmeleri takip ediyoruz, süreci izliyoruz. En son görüşmelerde Türkiye’nin bu görüşlerinin dile getirilmesi, Türkiye’nin hangi hassasiyetlerle burada hareket ettiğinin o çeşitli Yahudi kuruluşlarını, Musevi kuruluşlarının başkanlarına ifade edilmesi bakımından faydalı olmuştur. Hem Sayın Cumhurbaşkanımız, hem Sayın Başbakanımız kapsamlı değerlendirmelerde bulunmuşlardır, onlara da söz verilmiştir, soruları cevaplanmış dolayısıyla, bunlar verimli görüşmeler olmuştur" ifadelerini kullandı.
"O HARİTALARIN HİÇBİR KIYMETİ HARBİYESİ YOK"
Moskova'da PYD'nin bir temsilcilik açması ve temsilcilikte Türkiye, Irak ve Suriye'nin topraklarının bir kısmını içine alan bir Kürt bölgesi haritasının olduğunu hatırlatan muhabirin, bu konuda ne gibi değerlendirmede bulunacağı sorusu üzerine Ömer Çelik şöyle cevap verdi:"Şimdi burada tabii Türkiye’yle şu andaki Rusya arasındaki bu ihtilaftan dolayı Rusya böyle bir şeye muhtemelen zemin hazırlıyor. Fakat deminde söylediğim gibi PYD’nin şu tutumu net gözüküyor: Türkiye’nin kimle ihtilafı var, PYD onun safında yer alıyor. Hatta Türkiye’ye karşı Suriye odaklı olarak silahlı tehdit unsurları oluşturuyor. Oraya tabi bir HDP milletvekilinin katılması, bu açılışa da katılması açık bir şekilde akıl tutulmasıdır ve bunu kınıyoruz. Türkiye’de demokratik siyasetin imkanlarının, demokratik siyasetin getirilerinin ne olduğu görülmüşken, hala bu tip örgütlerin peşinde koşulması, bu tip örgütlerin temsilcisi gibi davranılması aslında demokratik siyasetin imkanlarının ve katkılarının iyi anlaşılamadığını, bunların örgütlerin hizmetine sunulmak üzere aslında Kürtlerin bu kazanımlarının gasp edilmek istendiğini net bir şekilde görüyoruz. Orada bahsedilen harita işte bu haritalar meşhurdur çeşitli şekillerde yapılır. Ama dediğim gibi geçen basın toplantısında da söyledim, bunlar hayali haritalar bunların peşinden birtakım örgütleri sevk ederler, bunları belli bir zaman içerisinde kullanırlar, iki gün sonra da statüsünü değiştirirler ve berhava ederler, bu bölgenin tarihi bununla doludur. Dolayısıyla, PYD’nin peşinden Kürtlerin demokratik hakkını önemseyen, Kürtlerin demokratik kazanımlarını önemseyen hiçbir Kürt’ün gitmemesi gerekir. PYD’nin peşinden eğer bir Kürt siyasi gidiyorsa onu geniş kitledeki Kürt gençleri, Kürt vatandaşlarımız bilsinler ki bu PYD’nin peşinden gidilmesi Kürtlerin demokratik kazanımlarının bu örgütlerin terör faaliyetlerinin bir lojistiği haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu aslında Kürtlere düşmanları üreten bir davranış biçimidir, bir siyaset biçimidir. O haritaların hiçbir kıymeti harbiyesi yok, bölgenin yeni haritalara ihtiyacı yok."
"Sykes-Picot’un 100. yılında bunun sancıları daha çok yaşanıyor" diyen Ömer Çelik şöyle devam etti:
"Dolayısıyla, esas olan tekrar tekrar sınırları değiştirip, tekrar tekrar yeni travmalar yaratmak değil, etnik ya da mezhebi siyasetler üzerinden yeni radikalizmler üretmek değil. Mikro milliyetçilikler, mikro milliyetçilikler üzerinden yeni devlet yapılanmaları ve yeni siyaset yapılanmaları bölgeye daha çok felaket getirir. Bunun yerine sınırların sabit olduğu, ekonomik ilişkilerin kültürel entegrasyonların büyüdüğü yeni bir anlayışa geçilmesi gerekir. Sınırların katı bir biçimde toplumları ve devletleri birbirinden ayırması, birer Berlin duvarı işlevi görmesi kuşkusuz bugünün dünyasında yanlış olur. Sınırlar sabit kalacak, herkes saygı duyacak buna, ama bunun üzerinden ekonomik sınırları, kültürel sınırları kaldıracağız, bölgede büyük bir zenginlik havzası ve demokrasi havzası, güvenlik havzası üretecek şekilde yeni entegrasyonlar üreteceğiz doğru yaklaşım budur. Bütün mezhep grupları, bütün etnik gruplar içinde kazanım olarak dönecek olan budur."
"SURİYE, AFGANİSTAN'IN YARATTIĞI KAOSUN 100 KATINI YARATABİLİR"
Amerika'nın PYD konusundaki tavırlarına karşı Türkiye'nin de bir tavrının olup olmayacağı ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanıp sağlanmayacağı konusunda görüşleri sorulan Ömer Çelik, "Şimdi Suriye açısından baktığımızda Suriye’de birtakım mikro devletçikler üzerinden Suriye’nin yeniden yapılandırılması gibi bir çaba varsa bu bölgeye daha çok felaket getirecektir. O zaman şunu açık bir şekilde söyleyelim: Suriye Afganistan’ın dünyaya yarattığı, dünyaya getirdiği güvenlik krizinden ve kaostan 100 katını getirebilecek bir potansiyel üretecektir orada. Ve üstelik Afganistan Orta Asya’da, ama Suriye ve Avrupa arasında Batı devletleri arasında sadece Akdeniz var, insanlar o Akdeniz’i botlarla geçmeye çalışıyorlar. Bunun bütün bir Atlantik ittifakı için çok daha büyük güvenlik riskleri getireceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, hani zaman zaman konuşuluyor Lazkiye merkezli bir Nusayri devleti, işte kuzeyde bir Kürt, ortada bir Arap devleti vesaire şeklinde bu bölge için çok daha büyük bir felaket olacaktır. Bunun peşinden kim koşuyorsa bilsin ki hem bölge açısından, hem de kendi başkenti açısından yeni bir Afganistan sendromuyla karşı karşıya kalacaktır" cevabını verdi.
Suriye'de Esad rejiminin devam etmesinin bir felaket olduğunun altını çizen Ömer Çelik şöyle devam etti:"Yani herhangi bir şekilde bu büyük güçlerin Suriye’deki birbiriyle olan bu vekalet savaşlarıyla ilgili ortaya çıkan tablonun Suriye’nin hayrına olmadığını düşünüyoruz. Burada Esad’ın kalıcı olduğu, yani Esad’lı bir geçiş olsun, sonra bir hükümet kurulsun deniyordu, şimdi ise Esad’ın içinde olduğu, Esad’ın başında olduğu, ama muhaliflerin içinde olduğu bir Hükümet formülüne doğru bir takım şeyler Cenevre 3’te ifade edildi bu bir felaket olur. Yani bu kadar kan dökmüş birisinin hala Suriye’nin başında kalabileceğini düşünmek bu bir felaket olur bölge için, Suriye içinde bir felaket olur, zaten çalışmaz ve işlemez bir şey bu, düzen bu. Yani şu anda büyük güçlerin birbirleriyle olan bu mücadelesi arasında koskoca bir Suriye halkı, Suriye Devletinin altyapısı tamamen yok oluyor dolayısıyla, geleceğe aktaracakları herhangi bir şey kalmıyor. Halbuki önemli olan birtakım değişimler olsa bile, gelecekte toplumun bu kazanımlarını korumasıydı, şu anda enkaza dönmüş bir ülke var. Bu ülkeden kaçanların işte uluslararası toplum için ne tür meydan okumalarla ortaya çıktığı da net bir şekilde gözüküyor."
"İLKOKUL DÜZEYİNDE BİR DİPLOMASİ BİLGİSİNE İHTİYAÇ VAR"
PYD konusunda CHP'nin içerisindeki farklı görüşleri nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine Ömer Çelik'in cevabı şöyle:"Şimdi acaba birbirlerinin açıklamalarını okumuyorlar mı diye düşündüğümüz oluyor, çünkü basına da yansıyor, o milletvekilleri de yalanlamadılar, Türkiye’nin işte PYD’ye niçin düşmanlık yaptığını anlamıyoruz diyor bir CHP Milletvekili. Grup Başkanvekili diyor ki, o manada söylemedi. Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu diyor ki; hayır, PKK ile yakın olan herkes bizim için şudur, bir terör örgütü muamelesi görür.
Enteresan bir şey de söylüyor tabii, diyor ki; daha önce niye ülkeye davet ettiniz. Ülkeye davet ettiğiniz için terör örgütüne yardım ve yataklık yapmış oldunuz, dolayısıyla savcılara suç duyurusunda bulunuyorum diyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ilkokul düzeyinde bir diplomasi bilgisine ihtiyaç olduğunu, bir diplomasi tarihine, pratiğine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Yani bu tip örgütler ortaya çıktığı zaman, Suriye’deki bütün yapılar, Türkiye ne yapar burada? Kendi milli çıkarları, milli politikası gereği bunları kendisine müzahir yapmaya çalışır. Müzahir olmayıp da hasmane tutumlara girdiğinde de, birtakım terörist faaliyetlere girdiğinde de bunlar terör örgütü olarak değerlendirilir. Yani herhangi bir noktada bir kere karar verip diplomatik olarak ilanihaye o kategori içerisinde kalmazsınız. Çünkü oradaki yapı değişken bir yapı, oradaki ilişkiler değişken ilişkiler. Türkiye’ye bunlar niye davet edilmiştir? Türkiye’nin hassasiyetini anlayın, orada fiili durum oluşturmayın, Esad yönetimiyle ve PKK ile aranıza mesafe koyun, bunlarla ilişki içerisinde olmayın, Türkiye’ye karşı hasmane tutuma girmeyin diye bunlar çağrılır konuşulur. Eğer sonuç alınırsa başka bir tablo ortaya çıkardı. Sonuç alınmaz da PKK ile ilişkilerini sürdürürlerse, Esad rejimiyle ilişkilerini sürdürürlerse ve Türkiye’ye karşı terörist faaliyetlerin içine girerlerse, o zaman da terörist örgüt tanımının içerisine girmiş olurlar. Dolayısıyla bugün bu söylenirken niçin geçmişte bunları davet ettiniz gibisinden bir şey, yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasetinde vardır bu, tarihin herhangi bir noktasında siyaseti donduruyor, aynı kendi iç siyasetlerinde olduğu gibi tek parti rejiminde donduruyor, bütün bir geleceği bunun içerisinden okumaya çalışıyor. Diplomasinin belli bir aşamasında belli bir kesitini alıyorlar, bütün diğer süreçleri bunun içerisinde değerlendirmeye çalışıyorlar. Biraz daha diplomasi bilgisi, biraz daha dış politika bilgisi, biraz daha dış politika teknolojisi konusunda çalışılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu meseleler Türkiye’nin milli güvenliğiyle ilgili meselelerdir. Ana muhalefet partisi demokrasilerde çok önemlidir, demokrasiler açısından vazgeçilmez bir unsurdur ana muhalefet partisi ve bir ağırlığı vardır. Ama bu ağırlığı kendisinin üretmesi gerekir.
Özellikle ulusal güvenlik meselelerinde, milli siyaset meselelerinde dünyanın her yerinde ana muhalefet partileri iktidarın yanında dururlar, ülkenin birlik ve beraberliğini temsil ederler. Fakat maalesef biz kendi Ana Muhalefet Partimizden ülkenin büyük meseleleriyle ilgili bu duyarlılıkları her zaman göremiyoruz."